"İnsanda zâhir olduğum gibi hiçbir şeyde zâhir olmadım..."
(ALLAH)
İnsan, Gönül olduğu için ALLAH'ın sevgili mahlûku olmuştur...
Kâinat bunun için yaratıldı.
ALLAH da insan gönlünde, insan sesi şeklinde kelâmı ile tecelli etti.
O hâlde, bu bedende mukaddeslerin mukaddesi, İlâhi bir lem'a var... Vücud, beden bu Nûr'un muhafazası...
Vücudunu temiz tut o hâlde...
İçini demiyorum.
ALLAH, insanın ruhu ile meşguldür.
Cesedi ile değil...
Ruh, cesedde muvakkat durduğu için cesede temizlik emrolunmuştur... "Benim meşgul olacağım şey, emrimden olan Ruh'ladır...
Onun bulunduğu yeri temiz tut!" emri...
İbadet, insanı bulunduğu hâlden başka bir hâle sokmaz... Değiştirmez... Var olan bir Nûr'u ortaya çıkarır...
Sen içini süsle, sendeki gizli kokular dışarı vurur...
Sana senden yakın olan, "gıpta, hased, gıybet" perdelerinin altında gizlidir. Bu perdeleri yırt!..
Bu huyları kaldır kendinden...
Vücud bir mâbeddir.
İçinde sana senden yakın olan var...
Nûr-u Resûlullah var.
Bunların arasında sen varsın...
Ne makamda olduğunun farkında mısın?...
Kıymetini bil!..
Kendini temiz tut!..
Gönül, ALLAH'ın ucunu tuttuğu bir merdivendir.
İnsan bir mekandır.
Hiç aklından çıkarma...
İnsan dünya mekânındadır.
Amma, aslı Lâ mekândadır.
Ayna yalnız sûreti gösterir.
Gönlün sırrını göstermez.
Kâmil insanın yüzüne bak, O ALLAH aynasıdır.
"Mü'min mü'minin aynasıdır" buyurmuş Resûl-ü Ekrem...
Amma hangi mü'min?...
İşte söylediğim Mü'min O...
Cenab-ı ALLAH bir âyette insanı târif ediyor...
"Ben insanın sırrıyım insan benim sırrım"
Bu sırrı ortaya çıkarmak için insanı yarattı.
Kendi sûretinde yarattı.
İlâhi Esmaların Vahdetten kesrete açılan menevişlerinin bir araya gelmesinden olduğu için İlâhi Esmaların birleşmesinden dolayı kendi sûretimde yarattım buyruluyor.
Esmaların toplanması insan şeklini almıştır.
Yâni Bâtından Zâhir oldu.
İnsan şeklinde...
Yunus söyler ya :
"Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm"
Gül tohumunun bâtınında, yeşil renk ve koku vardır.
Gül açtımı zâhir olur.
Tohum yok olur.
Amma gülde yine evvelki tek bâtın var...
İnsan da aynı...
Yok iken var olduk.
İçindeki yok mu oldu?
Bunu niçin düşünmüyorsun?
Utanmak lâzım...
Bu mukaddes muhafazanın içine "HAYY" ile yayıldı.
"Nûr-u Resûl" ile "HAYY" ı donattı.
Ve cesedle bunların arasına Gönül denilen güzel nesneyi koydu.
Bir çok cihazlarla süsledi.
Göz, kulak, tad, koku, his uzuvlarıyla Esmaların tecelli menfezlerini açtı.
Buralardan harfsiz, sessiz, sözsüz, kelâmını sevk ederek konuştu. "El Semi' " ile işitti ve işittirdi...
"El Basîr" ile gördü ve gördürttü...
İlââhir...
O hâlde Gönlün elinden tuttu.
Bunun kademelerine Resûlleri oturttu.
Bunların hepsini muhtelif mâsiyetlerle gizledi.
Bu perdelerin arkasındakini göstermek istemedi siz bulun...
Fakat bulmak yollarını öğretti.
Gıbta, hased, tamah hisleriyle; "fazilet", "Doğruluk", "Adalet" süslerinin önlerine engeller koydu.
Sabır verdi, teslimiyet verdi, irâde verdi.
Fakat bunların hepsini savaş hâlinde yekdiğerine zıdlarla getirdi...
Zıdları olanların arkasına da zıddı olmayanı gizledi...
O hâlde insanda; bunları görmek ve güzelliklerini bulacak "ilâhi televizyonu" seyredecek bir pencere vardır.
İnsanın gözü aklı kadar görür.
Bu göz ALLAH'ın yarattıklarını görür.
İnsanın HAKK'a bakan gözleri açılırsa, o zaman her şey ortadan kalkar.
HAKK'ı görmeğe başlar.
Her şeye karşı sevgi, arzu, ihtiras, güzele, kadına, paraya, mal ve servete karşı sevgi.
Asıl sevginin muhtelif görünüşleridir.
Dünyaya ve yaratıklara aklı kadar bakan gözler bunları görür. İhtiras ve sevgiye bağlanırlar.
Bunların hepsi HAKK'ı gören gözleri perdeler.
O zaman, insanlara bu şerr şeklinde tecelli eder.
Aslında ne şerr vardır ne haram. Ne helâl...
Bunlar, aklı kadar gören gözleri olan insanlara böyledir...
HAKK'ı gören gözleri işleyen bunlardan kurtulur...
O zaman ne haram vardır ne helal;
Ne şerr vardır ne hayır hepsi O'dur...
"Ve ilâ Rabbike fergab."
"Onlar mahzun da olmazlar daima canlıdırlar"
Bu işlere ne kadar bakarsan o kadar görünür.
Ruh cesedde muvakkat durduğu için cesede temizlik emrolunmuştur.
Dünyada tek bir mâbed var.
O da insan vücudu.
Hiçbir şey bundan mukaddes değildir.
İnsan bir mekândır, aslı "Lâ mekan"dır.
İnsanları sevmek ve tâzim etmek "beden" içindeki bu "habere" bir tazimdir.
Elinizi insan vücuduna dokundurduğunuz zaman onu gökyüzüne dokundurmuş olursunuz. Edebiyat yapmıyoruz, Belagat nûmunesi de vermek niyetinde değiliz...
Bütün kâinatı yaratan küçülerek insan vücuduna, şah damarlarından daha yakın olarak gizlenmiştir.
O'nun his ve idrâk mekanizması insanda mevcuttur.
Bu mâbedin hoparlöründen konuştu.
Bu kelâmı işte...
ALLAH kelâmı...
"Ben kulumla görürüm, ben kulumla işitirim. Bana bir adım yanaşana on adım yanaşırım..." ALLAH, kelâmından Resûl-u Ekrem'e düşünmek ruhsatını verdi.
ALLAH ilham etti, Resûl anladı ve konuştu.
Hadîs-i Kudsî bu...
Bunlardan Ruh-u Muallâ ve dimağ-ı muazzamalarında husule gelen değişmeyen düşünceler mübarek ağızlardan kendi fikri ve kendi düşünceleri Rahmetenlil âlemin kanalından çıktı. Bunlara da Hadîs-i şerîf diyoruz.
Ümmetlerde, bunların taklidî şekilde söyleme ve tatbik etmeleri bir nevi kelâm, Vahiy, ilham, düşünce ve fikre iştirâk ruhsatı demektir.
Onun için doğru söyle!
Gıbta etmeden, hased etmeden, yalana tevessül etmeden... Adaletten ayrılmadan.
Daima gönülden söyle!..
Gönülden söyleyenin vücudundaki şaibeler ortadan kalkmıştır. Vücudundaki şaibeleri irade, sabır ve ibadet ile kaldıranlar da gönülden konuşurlar:
Birincisi Velî'lerdir.
İkincisi Salih kullardır.
Bunları taklide gidip gayret edenler de hâlis mü'minlerdir.
Bâzı büyük diye mırıldanmış kimselerin kurduğu ileri sürülen nazariyat külliyatından çıkan mantıkî lakırdılar insandaki inanç mekanizmasını sarsamaz...
İnsan; yüreğinde, kendinden daha yüksek olana hayranlık duygusundan daha necib bir duygu yaşayamaz.
Şimdiye kadar beşer hayatında görülen en hayat verici tesir budur.
Din, inanış, işte bu temele dayanır...
Bu his, insanda İlâhî ve asîl olduğu zaman secdeye varır insanoğlu...
Bunu beşer nesline bildiren Resûl-ü Ekremdir.
Cesed, o hâlde gönlün gölgesinin gölgesinin gölgesinin gölgesidir demişlerdir...
Mahlûk : Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Kelâm : Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde. * Allah'a mahsus bir sıfat. * Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir. * Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İslâmiyetin doğruluğu ve hakkaniyetinden bahseden ilim. (Bak: İlm-i kelâm ve Kelâmullâh)
Tecelli : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Mukaddes : (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
Lem'a : (C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak.
Nûr : Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. * Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber. * Zulmeti def eden, şule, ışık.
Makam : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. * Musikide usul. Tempo.
Mekân : (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
Lâmekân : Mekansız âlem.
Sûret: (C.: Sur - Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil.
Kâmil: (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi.
Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
Kesret : Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.
Meneviş : Bir yüzeyde renk dalgalanması sonucu görülen parlaklık, hare.
Esma : Adlar. Nâmlar. İsimler.
Esma-ül Hüsna : Allah'ın isimleri. Cenab-ı Hakk'ın güzel isim ve sıfatları.
Bâtın : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sırr, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir) (Bak: Batn)
Zâhir : (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan.
Gıbta : İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Tamah : (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
Fazilet : Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Teslimiyet : Kendini Allah'a veya başka birinin iradesine terketmek, boyun eğmek.
Muhtelif : Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
Muvakkat : Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.
"Feiza ferağte fensab. Ve ila rabbike ferğab : Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel." (İnşirah 94/7-8)
Mâbed : (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
Muallâ : Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Dimağ : Beyin. Kafanın içi. (Bak: Kalb)
Muazzam : Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.
Rahmetenli'l- âlemin : Bütün âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm. Taklidî : Taklide ait. Sathî. * Delil ve sened istemeden kabul edilen.
Nev' : Çeşit, sınıf, cins.
Vahiy : Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi. İlham : Allah tarafından kalbe gelen mâna.
Tevessül : Allah'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak.
Şaibe : Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik.
Nazariyyat : (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Külliyat : (Külliyet. C.) Bütün. Hepsi. Hepsi birden. * Bir müellifin bütün eserleri.
Mekanizma : Belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmiş organ veya parçalar birleşimi, sistem, düzenek. Organların işleyiş biçimi: "İnsan vücudunun mekanizması."
Âsil : Esas. Yedek olmayan. * Köklü. * Edebli, soylu. * Fık: Muamelâtta kendi nâmına hareket eden.
Beşer : (Beşere) İnsan derisinin dış yüzleri. * İnsan. Âdem.