HÂLDEN BİLENE ÜÇ SU MASALI

Şimdi, bizce hakikat, okuyan belki bir masaldır amma.

Üç masal ile birinci cildi bitiriyoruz.

Buyurun okuyun!

Bittikten sonra ne demek istediğimizi düşünün...

Akşam oluyordu.

Güneş batmak üzereydi.

Fersiz gözlerinin süslediği yüzünün hatlarından gönül sahibi olduğu sessizce okunuyordu. Yürümesinde sessiz, görünmez bir asalet gizli idi.

Gün görmüş bir zattı...

Fırına doğru yanaştı.

Bekledi.

Kalabalık dağıldıktan sonra Fırıncıya:

"Efendim bu gün nafakamı çıkaramadım.

Ecel gelmezse yarın ödemek üzere bana dörtte bir ekmek verir misiniz?" diye titrek, utangaç bir sesle söyledi.

Fırıncı :

"Peki baba, bir ekmek vereyim helâl olsun, paraya lüzum yok!" dedi...

O :

"Hayır yavrum dörtte bir kafi...

Belki üç yoksul daha gelir.

Dörtte bir ekmek kadar yüzümü kızartabiliyorum.

Fazlasına tahammül edemem.

Hem de yarın borcumu takdim ederim!" dedi.

Dörtte bir ekmeği aldı.

Öptü başına koydu.

Yavaş yavaş fırından ayrıldı...

Köşeyi dönerken bir köpek kuyruk sallayarak ihtiyara yanaştı. İhtiyara saf, kahverengi gözleriyle bakıyordu...

"Demek yarısı senin imiş" diye mırıldanarak, dörtte birin yarısı ekmeği köpeğe verdi. Yürüdü...

Güneş batmıştı.

Ezan okunuyordu.

Yavaş yavaş yakındaki câmiye girdi...

Geri saflardan bir köşede namazı kıldı.

Dışarı çıktı besmele çekerek orucunu dörtte birin yarısı ekmekle bozdu.

Câmi yanındaki çeşmeden iki avuç SU içti.

"Elhamdulillah!" diye mırıldandı.

"Ve ceâlnâ min'el mâi külli şey'in".. dedi.

Nerede yattığı bilinmiyordu.

Yavaş yavaş yürüdü.

Sokaklar bomboştu.

Herkes iftar sofrasında idi...

Ertesi günü fırın önünde yine göründü.

Fırıncıya, dörtte bir ekmek için 25 kuruşu zorla kabul etmesini rica ettiğini gördüler. Fırıncı, gözleri dolu dolu :

"Peki baba!" dedi...

O gün bir dükkancı:

"Baba şu karşıki çeşmeden testiyi doldur ve şu yeni gelen eşyaları içeri taşı!" dedi. Taşıdı.

Zahmeti için ona bir lira vermişti...

**

Fakir bir adam çölde gidiyordu.

İki gündür aç, susuzdu.

Bütün kuvvet ve tahammülünü seferber etmişti.

Elinde olmayarak gözlerinden yaşlar dökülüyordu.

İsyan ve ümitsizlik yaşları değildi bunlar...

Gözden bâzı yaşlar gelir ki bunun sebebi bilinmez.

Bu yaşlar çok kıymetlidir.

Göz yaşları vardır korkudan gelir.

Göz yaşları vardır haşyetten gelir.

Gözyaşları vardır acıdan gelir.

Gözyaşları vardır nedametten gelir.

Gözyaşları vardır yaptığı hatadan gelir.

Gözyaşları vardır hassasiyetten gelir.

Gözyaşları vardır fazilet ve âli his, vatan, din sevgisinden gelir.

Gözyaşları vardır fedakârlık, adalet, kahramanlık hislerinden doğar.

Gözyaşları vardır mânevi zevkten gelir.

Gözyaşları vardır sevinçten gelir.

Gözyaşları vardır ayrılıktan gelir.

Gözyaşları vardır gariplikten gelir.

Gözyaşları vardır cesedî ızdırab ve işkenceden, zulûmden gelir.

Gözyaşları vardır kahkahadan gelir. Şeytanîdir.

Gözyaşları vardır, HAKK'ın nimetine karşı duyulan şükrü yapamamak üzüntüsünden gelir. Gözyaşları vardır, sebebi bilinmez, sessiz dökülür.

Bunlar HAKK katında inciden kıymetlidir.

Gözyaşları vardır felâketten gelir.

Gözyaşları vardır HAKK ile kul arasındaki sırr'dan gelir.

Bu gözyaşını ALLAH:

"Ben yere döktürmem, yeri mahvederim! " buyuruyor.

Bir Hadis-i Kudsî' de...

Yolcumuz altı gün daha yürüdü.

Takatı kesildi yürüyemez oldu.

Birde baktı ki bir ölü hayvan var yolun kenarında...

Yanaştı ölü bir koyun...

Fakat kokmamış...

Ölü hayvan eti yemek haramdır.

Biliyordu bunu....

Aklına bu durumda kendine mübah olacağına da şer' an müsaade olacağını da biliyordu... Amma şöyle düşündü:

"HAKK, bu durumda Şer'an müsaade etti amma.

Ben HAKK' tan utanırım!

Bunu yediğim takdirde ölmeyeceğim güya...

Hayır benim Ruhum HAKK'ın emrindendir.

Ben, lokma için HAKK'ın Esmâlarına mâkes olan Ruhu kirletmem! HAKK' tan utanırım!" diye mülâhaza etti.

Ve ellerini, utanarak göz yaşlarıyla birlikte kaldırdı.

"Ya İlâhi!..

Sen her şeye KADİR' sin.

Benim ruhumu uykuda al!

Sana kavuşayım.

Eğer bu arzum bir hata olursa, Nezd-i İzzetinde onun için beni cehenneme at!

Hatam kadar azabımı çekmeğe razıyım...

Beni bu dünyada senin haram kıldıklarına yanaşmaktan hıfzet!" dedi ve çöktü uyudu...

Biraz sonra sanki biri kendisini dürttü.

Uyandı.

Baktı ki önünde bir sofra yemek.

Buz gibi SU...

Şaşırdı.

Elini uzatmadı...

Birden uzaktan Nûranî bir şahsın geldiğini gördü.

Zât yanaştı :

"Ye oğlum dedi. Ben Hızır' ım. Sana HAKK'ın selamı var. Bu yemek senin" dedi. Ve Hızır kayboldu.

Şimdi düşün!

Kendi kendine hüküm ver.

Biraz da, bu kadar çeşitli göz yaşlarından hangisini beğenirsen ondan bir iki damla dök!..

Havası arı, temiz, denizi maviliği ile çevrili, yemyeşil, uzakta mor dağlar, sâkin büyük bir adada...

Hayatın kaçınılmaz acılarını sabırla karşılayan ve birlikte geçirdikleri 60 yıllık hayatları boyunca hiç eksilmeyen karşılıklı sevgilerine herkes hayran olurdu onların...

Erkek Yuşiva kadın Fumi...

Vaktiyle bu adada yaşarlarmış...

Sonsuz mutluluk geçirmişler birlikte yıllarca...

Büyük kıvançları olmuş.

Büyük acıları olmuş zaman zaman...

Üç güzel oğulları olmuş.

Kıvanç duymuşlar.

Balıkçı imiş üçü de...

Fırtınalı bir günde denizde kaybolmuşlar...

Yanık kalbli baba, anne güler yüzlü, tasasız görünmeğe başlamışlar, dostlarına....

Amma yalnız kaldıkları zaman, birbirlerine göstermeden zaman zaman ağlarlarmış bol bol...

Ne acı gözyaşları ıslatmış ve kurumuş gömleklerinde...

Dünyada yapayalnız kalmışlar...

Fakat karşılıklı sevgileriyle avuntuyu bulmuşlar...

İçlerine durgunluk gelmiş, seneler geçtikçe...

Biliyorlardı kiraz ağaçları çiçeklerini döktükten sonra ne kadar ağlasan sızlansan yeniden çiçek açmazlar.

Biliyorlardı bu hakikati...

Onlar çok yaşlanmışlar.

Evden dışarı çıkamaz olmuşlar artık.

Evlerini daima temiz ve derli toplu tutarlarmış, ihtiyar olmalarına rağmen...

Çok yaşlanmışlardı.

Yaşama sevgilerini yitirmediklerinden mutlu ihtiyarlardı.

Geçip giden gençlik özlemi içinde idiler...

Birimiz ölünce, kalan nasıl dayanır diye düşünürlermiş...

Erkek :

"Son bir defa odunculuk yaptığı ormanları göreyim, yiğit iken gördüğü ağaçları son bir defa göreyim!" diye dalmış ormana...

Çok dolaşmış, yorulmuş.

Bir kaynak gördü orada...

Bir iki avuç SU içti. Susamıştı.

Birde ne görsün...

Suda, beyaz saçları siyahlaşmış yüzü genç yüzü.

Bacaklarına kuvvet gelmiş yirmi yaşında olmuş...

Bilmeden gençlik pınarından su içmişti...

Hemen koşarak eve gelir.

Genç bir adamın eve girdiğini gören ihtiyar kadın bir çığlık atar...

Fakat erkek olup biten anlatır...

Hem ağlıyordu, hem gülüyordu yaşlı kadın...

Ertesi günü erkenden kadın pınara gider.

Tekrar güzel bir ömür süreceklerdi...

Kadın evden çıkalı bir saat, iki saat, dört saat geçer.

Dönmez.

Erkek bir şey başına gelmiştir diye endişe ile ormana dalar.

Bir solukta pınarın başına varır...

Fakat aradığını bulamaz.

Kulağına garip bir ses gelir.

Yaralı bir hayvan iniltisi gibi...

Pınarın başında birkaç aylık bir çocuk görür.

Fakat bir ömür boyunca elde edilen tecrübe okunuyordu gözlerinde bu küçük yavrunun... Pınardan çok SU içmişti kadın...

Erkek içini çekti.

Sırtına aldı bebeği...

Bir zaman hayat yoldaşı olan karısını, bir baba gibi büyütmek zorunda idi şimdi...

Onun için sana verilen toprağa kanaat et!

Suyunu kanaatle kullan!

Bunlar sana bir müddet için verilmiş.

Su, vücudda, değişikliğe uğramaz.

Bozulmadan vücuddan tekrar çıkar...

ALLAH öyle takdir etmiş, fazla sarf edilmez...

Edemezsin...

Bu iki ihtiyar, imanda idiler çocukluklarından beri...

Kanaat, Sabır, Ahlâk...

Her yaratığa karşı merhametli ve şefkatli, felaketlere karşı sızlanmazlar...

Dedik ya kiraz ağaçları çiçeklerini döktükten sonra yeniden açmazlar.

İhtiyarlıktan şikâyet etme!..

Kiraz ağacı çiçeğini döktü diye yakınmaz meyve yapacak rızk olacak tekrar kendine verilen

emri yerine getirecek...

Senin çiçeklerin âhirette huzurda açacak, tasalanmağa değmez... Hayat bu...

Çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık. Sonra tekrar çiçek açacaksın...

Hâlinden memnun ol şikâyet etme!..

Her devrin kendine göre güzellik ve mutluluğu vardır.

Dünya hayatında maddi ve ruhî bir aksaklık yoktur.

Bunu unutma!..

Çünkü Cenab-ı ALLAH her şeyi kusursuz mükemmel yaratmıştır...

"Âlimlerin Kanı zehirlidir." (Hadis)

İmamı âzam bu hadisin doğruluğunu anlamak için zehiri müthiş bir akrebe kendini sokturmuş. Akrep bir müddet sonra ölmüştür.

İmam-ı Âzama bir şey olmamıştır.

"Onun için ilmin ilmi, ilmin cehlidir." Buyrulur bir hadis-i Kudsî'de. Bilen yalnız ALLAH' tır. Diğer bir hadis-i Kudsî'de:

"İnsanda zâhir olduğum gibi hiçbir şeyde zâhir olmadım" buyurulur.

HAKK rızası için kıymetinizi biliniz.

HAKK müsaade ederse ikinci cildimizde tekrar buluşacağız.

HAKK'ın selâmı üzerinize olsun!

Nedamet : (Nedm. den) Pişmanlık, nedâmet etmek.

Haşyet : Korku ve dehşet.

Hassas : Duygulu, içli. * Alıngan. Çok ve çabuk hisseden. Hissi galib olan kimse.

Mübah : (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)

Mâkes : Akis yeri. Akseden yer. (Ayna güneşin ma'kesi olduğu gibi.)

Mülâhaza : Mütâlaa. Dikkatle bakmak. İyice düşünüp bir işin hakikatını tetkik etmek. Tefekkür, düşünce.

Nezd : f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)

İzzet : Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.