Su yağmur hâlinde yağar.
Kayaya çarpar bin pâre olur.
Kaya suyu kabul etmez.
Toplanır sel olur.
Felâket olur.
Kayanın istidadsızlığından bu felâket husule gelir.
Yağmur yağar.
Toprağa düşer.
Toprak suyu emer.
İstidadına göre yağmur feyz olur, bereket olur.
Bir damla su bir şey ifade etmez.
Kaya kovuğuna girer donarsa kayayı çatlatır.
Buhar olursa bir gemiyi yürütür.
Yer yüzünde su'dan mülâyim ve her bulunduğu yere intibak edebilen bir nesne yoktur. Dünyada bunu herkes anlayamaz.
Ve mücibince hareket edemez.
Su, bin şekilde tecelli eder.
Meyvelere tad olur.
Nebatlarda renk olur.
Vücudda kan olur.
Buhar olur, yağmur olur, bereket olur, feyz olur.
Kalıptan kalıba girer, girdiği yerin şeklini alır.
Ona yaraşacak şekilde tecelli eder.
Bu tecelliler yekdeğerine o kadar bitişiktir ki tekerrür gibi görünürler.
Halbuki daima yenidir.
Tekerrür olsa acz olur.
Tecellide tekerrür yoktur.
Nehirden akan su, gözeden çıkan su, daima aynıdır amma başka ve yenisidir.
Buhar, Bulut, Yağmur, Kar, Nehir, Deniz, tekrar buhar.
Bu iki hatt-ı fasıl arasında "bulut, yağmur, deniz" insandır.
Aradan çıkarsan hepsi bir derya olur.
Zaten insanlar namütenahi ilâhi bir deryadan bir damladır. Deryaya karıştımı hepsi bir olur.
Bunu hisseden Hallaç:
"Enel Hak!" demiş boynunu vurmuşlar...
Cesedini yaktılar, küllerini dicle nehrine döktüler.
Küllerde su zerresi bulunduğundan bu su Dicleye karıştığı için o gece Dicle yükselmeğe başladı...
Çünkü o zerrelerinde büyük Ruh'un zerreleri vardı.
Nuh tufanında çıkan emrin aynı çıkarak Bağdat bundan kurtuldu. Yâni :
"Su, sana emrolunan hududu aşma!" emri...
Derisi yüzülen Nesimi :
"Ben postu kurtardım onlar düşünsünler!" diye haykırmış!
Postunu sırtına alarak Bağdat'tan çıkmıştır.
Postu sırta almak, vücuddan ayrılan bir parçadaki su zerresini hor görmedi.
Eğer postu elinden alsalardı o zaman müthiş bir âfet gelirdi...
Azizim Suya seyre bak!..
Mânaları anla!..
Aklın ermediği yerde tâzim ile sükût et!
Dünya bir varmış bir yokmuş hikâyesidir.
Kısa bir duraklama, yağmur, kar, nehir, tekrar deryaya gidilecek...
Temiz geldiğin gibi temiz gitmeğe gayret et!
İşte insanlık...
Onun için dedelerimiz :
"Su kadar aziz ol!" diye dua ederlerdi...
Âdem olmak bakımından...
Melekler ondan secde ettiler.
İnsan başkadır.
Âdem başkadır...
İnsan kelimesi Arapçadır.
Meselâ: "İnsan, hayvan, nebat" deriz.
Bu kelimeler ALLAH' ın yarattıklarının cinsleridir.
Âdem kelimesi Süryanicedir.
"Adamas" dan kök alır.
Âdem'in Ruhî hamulesinin ismidir.
"Ben insanı topraktan halk ettim. Sonra ona Ruh nefhettim. Secde etmelerini meleklere emrettim bu secde benim nefhettiğim Ruh'a tâ'zim secdesidir. İbadet secdesi değildir"...
Dikkat edilir, bilinirse, sabah namazı kulluk namazı değildir.
Şükür namazıdır.
Öğleye kadar kılınır ve kaza değildir.
Kulluk namazları kaza edilir vakit geçerse.
Halbuki güneş doğmadan sabah namazı vakti geçer
Bundan sonra öğleye kadar kaza olarak kılınması iktiza ederdi.
Âdem cennet'ten çıktığı zaman :
"Ya Rabbi ben nefsime zûlmettim!" dedi.
Bu işi, suçu Ruh'a yâni ALLAH' ın emrinden olana isnad etmedi.
Ve affedildi.
Burası çok ince bir noktadır.
Onun için Âhiret âlemi Ruh âlemidir.
Cesed Âlemi değildir.
Şeytan Ruh' a musallat olamaz.
ALLAH' a isyan olur.
Dikkat buyrula:
Abdestli insana şeytan yanaşmaz...
Öyle emir almıştır.
Nefse musallat olur.
Nefis cesede bağlıdır.
Bunları ayırmak için de akıl vardır.
Akıl, insanlara doğru yanlış terazisi olarak verilmiştir.
Ruh'un yeri olan cesed, topraktan halk olundu.
İnsan cesedine, "SU" dan geçen HAYY ve Ruh girdi mi onun hürmetine Âdem ismi verilmiştir. "El insanü sırrî ve enâ sırruhu"
"İnsan benim sırrımdır. Benim hünerimdir. Ben de onun sırrıyım. Beni bu cesedle bilemez. Fakat Ruhu beni bilir."
İşte bunu sezen ve bilinemeyen, anlaşılmayan gayba inanan "mü,min"dir.
"Ben Âdemin sırrıyım" demiyor Hadis-i Kudsîde.
Âdem Ruhî hamulenin İlâhi Esmâların "EL-BÂTIN" olanlarının ismidir.
Gül tohumu henüz gül değildir.
"Ben insanı kendi sûretimde yarattım." Âdemiyet hamulesi; Esmâların "EL-ZÂHİR" olmasıyla birleştikleri zaman, Âdemiyet hamulesinin tezahürleri için bir şekil aldılar.
O da insan şekli, sûretidir.
Esmâların tezahür yeri olduğundan:
"Ben insanı kendi sûretimde yarattım" buyrulmuştur bir Hadis-i Kudsîde...
Âdemiyet ve Ruh hamulesi için haber yoktur.
"Sorarlarsa de ki: Ruh ALLAH'ımın emrindedir!"
O kadar....
Âdem, insaniyet mertebesine inmek için Cennet'ten çıkarılıyor. Cennet' ten çıkmasının sebebi, Âdemiyet ile İnsaniyet arasına nefis giriyor...
Elma hikâyeleri ve Şeytan...
Tekrar Âdemiyete çıkmak içinde namaz emrolunuyor.
Mi'raca huruç için.
Âyet'i kerimede Resûl-ü Ekrem Kudüs'e kadar âbid olarak teşrif ediyor.
Oradan öteye Âdemiyet hamulesiyle teşrif etttiriliyor.
Âdemiyet ile insaniyet, dünyada yalnızlığı nefs idrâk edip anlarsa:
"Kul huvallahu ahad"
Sûre-i şerîfesini bilmeden zikrini fiili olarak yapmış olur...
Böyle idrak edip emirlere inkiyad eden kulluğumu takviye eder. Âdemiyete hürmet ederek Âyetullah ile vaad buyurulan Cemâl'e saadet-i ebediyeye namzet olur.
Kendisine muvakkat verilen emanete tazim ve hürmet etmiş olur.
Bu bahis uzundur.
Başka bir kitabta uzun uzun anlatılacaktır...
Sudan ayrılmayalım hele...
Kudret-i İlâhiye' den "HAYY" sudan geçti, muayyen bir hududa kadar tenezzül etti ve toprağa karışarak muhtelif ilâhi Esmâlarla toprak süslendi; bir kısmı toprakta kaldı.
Bir kısmı da emirle madde hâlinde toplan, emriyle toplandı.
İnsan şekli teşekkül etti.
Toprak, Esmâların bir kısmına katalizör oldu.
Tecellilerin devamı ve bin bir türlü oluşu bakımından...
Burada EL ADLU esmâsı rol oynayarak her şey sıkletli, hacimli, ölçülü "zevceyn" çift vücud buldular.
Bu gün atom ilmi mütalâa edilecek olursa her şeyin atom ve molekülleri, elektronları muayyen aded ve muayyen bir intizam içinde hareket ve tecelli hâlindedir...
Yoruldunuz.
Şimdi bir bardak su içelim ve tekrar okumaya başlayınız...
İstidad : Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Mülâyim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu.
İntibak : (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
Tekerrür : Tekrarlanmak. (Bak: Tekrârat)
Acz : Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmaması.
Hatt-ı fasıl : Ayırıcı çizgi, fasledici çizgi.
Namütenahi : Sonsuz. Nihayetsiz.
Post : Deri. f. Tüylü hayvan derisi. * Mc: Makam, mevki.
Nefh : Üfürmek. Rüzgâr esmek. * Güzel kokunun yayılması.
Tâ'zim : Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
İktiza : Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
İsnad : Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
Musallat : Rahatsız eden. Tasallut eden. Sataşan.
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
Âdemiyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
İnsaniyet : İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum.
Saadet-i ebediye : Büyük ve ebedî saâdet. Âhiret saâdeti.
Muvakkat : Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.
Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.
Muhtelif : Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
Teşekkül : Şekillenme. şekil alma. * Meydana gelme.
ADL : Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek. * Meyletmek.
BÂTIN : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir) (Bak: Batn).