Sudan yoksun toprak ne olur?
Suya gönül veren toprak ne olur?
Gül, Gülistan, bağ olur, bahçe olur.
Can olur...
Türk diyârında güzel bir dede adeti vardır.
Ölürken insanın ağzına su akıtırlar.
Zem zem dökerler.
Bir âyeti kerime'de buyruluyor:
"Ölüm hâlinde olan bir kimseye sizden daha yakınız fakat siz göremezsiniz" Resûl-ü Ekrem'in buyruğu buna eklenir:
"Su ikram ediniz!"
Bu su ikram etmek şu demektir:
Hayat sudan başlamıştır.
Sonucu da aynıdır.
Nezaket ve hürmetin bir ifadesidir...
Bütün canlılar suya âşıktır'lar.
O kadar âşıktır ki, aklın kavrayamayacağı kadar büyük olduğundan fizyolojik, hayatî bir ihtiyaç şeklinde tecelli eder.
Canlıların en az dayanabileceği susuzluktur.
Hayat suda devam eder.
Su, meyvelerde tad olur, renk olur, koku olur, canlılarda kan olur.
Mâdenlerde billûr olur.
Buhar olur, yağmur olur, bereket olur, feyz olur.
Su her canlıya, hayvana, nebata, imanlıya, imansıza, küfür içinde olana aynı yakınlığı ve cömertliği gösterir.
Rızkında haram olana da taharet malzemesi olmaması gizlice emrolunmuştur.
Bunda ince bir hikmet gizlidir.
İnsan dinsiz olabilir.
Küfür içinde de olabilir fakat, aldığı rızkın haram olmaması lâzımdır.
Kağıtla taharet alanları düşün...
Rızk başkadır.
Îmân başkadır.
Resûl-ü Ekrem buyurmuştur:
"Haram ile beslenen vücud cennete girmez."
Dikkat buyurun: Giremez degil, girmez.
Utanmasından dolayı girmeğe hak kazanamadıkları, ne yüzle gideyim demektir.
Resûl-ü Ekrem Diğer bir Hadisinde:
"Rızkın bazen geç kalması bir hikmettir."
Bu gecikmede kul imtihandadır.
ER- REZZÂK Esmâsını bırakıp EL- HAYY Esmâsıyla huzura çıkmak için kul ne hâldedir, bu ölçülüyor.
Onun için Oruç insanın teklik tarafını takviye için tutulur. Yememek için değil...
"Kul huvellahü ahad"
Oruç bu sürenin engin hududları içinde düşünülürse, insanın tek oluşunu ve HAKK' tan bir parça olduğunu fiilen ikrardır.
Bu ince mâna altında "Gıybet, Yalan, Haram" orucu bozar.
Oruç, aç durmak değildir.
Orucun hususi ufkunda Erenlerin diyârı gizlidir.
Geceleri uyumayanlar, daima kaaim olanlar, az yiyenler, oruç tutanlar, haramdan kaçanlar az çok;
"Kul huvellahü ahad" Sûresinin sırrına yanaşanlardır.
Rahmetullahî aleyh Hocam söylemişti:
"Ben küçüktüm Ramazandı.
Uzun bir yaz günü.
Çok susamıştım.
Amma kimseye susadığımı söylemedim.
Hocam: "buraya gel!" dedi....
"Dudakların kurudu amma.
Elem çekmediğini bilirim oğlum...
Susuzluğa da sabret.
Ecrini sonra görürsün...
Bir gün gelecek....
Bu dereler, pınarlar, ırmaklar çorak olacak.
Çorak yerler çöle dönecek...
Bu âhir zamanın âlâmetlerinden biridir unutma!.." buyurmuştu...
Su, dünya yüzünde görünen yegâne Cennet taamıdır.
Su, insana can için verilir.
Ruh başkadır.
Can başkadır.
Can emanettir.
Amma kime emanet?..
Cesede...
Cesede rızık verilir.
Cesed canlanır.
Can cesedde iken Ruh gelip cesede oturur.
Çünkü kendine bahşedilen Esmâların tezahür yeri cesed' dir.
Dilde tad duyulur.
Halbuki bu tadı duyan Ruh' dur.
Göz görür.
Halbuki gören Ruh' tur.
Kulak işitir.
İşiten Ruh' tur.
Ruh' tad alma, görme, işitme merkezindeki nüvelerden tad alır. Görür.
İşitir...
Bir insan konuşurken duymada sesi kulakta değil, o şahsın ağzından duyarız.
Koku can içindir.
Amma Ruh onu alır.
Cana bir iltifattır.
Koku dünyaya aittir.
Onun için rüyada koku yoktur. Ses, renk, tad vardır.
Resûl-ü Ekrem bir gün Medine'de:
"Rahmani bir nefes alıyorum" buyurmuş.
"Süheyl Yemenî"nin zikrini almış...
"İnnâ lehu hüda nefsi'r- rahmânün min kalbe Yemen"
"Yemen tarafından Rahmanî bir nefes alıyorum." buyurmuşlardır.
Ruh' un bir kokusu vardır.
Koku değildir.
Buruna öyle gelir.
Her şahsın ruhunun kokusu muhtelif şekillerde tecelli eder.
Fakat bu Ruh' un kokusu değildir.
Cesed' in kokusudur.
Cesed kokar, ter kokar, ağız kokar, nefes kokar, ayak kokar, cild kokar.
Bunlar dünyaya ait kokulardır.
Bâzı cesedler vardır.
Kokmaz.
Çürümez...
Cesedin kokusu; ter kokusu, fena kokular, çıkaran cesede haram rızık girmiştir.
Rızkın pisliği yoktur.
Temizdir rızık...
Nasıl duran bir yemek kokarsa, haram yoldan gelen lokma da vücuddan bir koku çıkarır fena kokar.
Bundan başka vücuddan, burunun almadığı bir koku çıkar haramdan...
İşte bu koku, elbiseyi, ayakkabıyı, vücuduna giydiği her şeyi eskitir.
Bu kokuyu alan burun da mevcuttur.
Unutulmamalıdır ki bu husus Hadis ile sabittir.
Dünyada ne burunlar vardır.
Büyük burun, küçük burun, kırmızı burun, sivri burun, karga burun, sümüklü burun, nezleli burun...
Bâzı burun hastalıkları vardır.
Koku alma hissini yok eder.
Ozena hastalığı.
Bu büyük bir hikmet ve ihtarı haykırmaktır.
Aşağı yukarı tedavisi de henüz bulunamamıştır.
Bir çok nazariyetler ileri sürülmektedir.
Sun'i kokular insandaki fena kokuları gidermek için bulunmuş ve icâd edilmiştir.
Gül kokusu vardır.
Binlerce çicek ve gül cinsi vardır dünya yüzünde...
Bunlar asıl gülün sırrını gizlemek için yaratılmıştır.
Gül tohumunda, goncada, yaprağında, dalında koku yoktur. Kendisine renk geldiği zaman
kokusu dışardan verilir.
Ondan dolayı verilen koku gülden akseder etrafa yayılır.
Resûl-ü Ekrem'in mübarek vücudları gül kokardı.
Amma hangi gül?...
Târif edilemez...
Gülde bir hassa daha vardır.
Ses, müzik, ruhî üzüntü, neş'e güle tesir eder.
Hangi mekanizma ile tesir eder bilmem.
Gül hemen değişir.
Solar...
On beş sene evvel Harward Üniversitesi Profesörlerinden bir Amerika'lı bunun hakkında kitab yazmıştır.
Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin "Risale-i Verdiyesi" vardır.
Orada gülün sırrından uzun bahsedilmektedir.
İnsan kendi kokusunu alamaz.
Bağırsağındaki kokuları alamaz.
Zaten insan kendine verilen kokuyu alsa çıldırır.
Rahimetullahi aleyh hocamda devamlı bir koku vardı mübarek terleri târif edilmez bir koku çıkarırdı sorduğumuzda:
"Siz söylüyorsunuz ben anlamıyorum!" derlerdi ve mübarek yüzünde tebessüm belirirdi.
Ruhaniyet-i Resûl-ün teşrif ettiği yerde de târifi mümkün olmayan mutahhar bir koku duyulur ki;
Hüsnü dedenin ölümünde bu kokuyu almıştık.
Bu bahis uzundur.
Diğer kitabımızda bu husus uzun olarak anlatılmıştır.
Merak edenler o kitabı okuyabilirler....
Gül kokusu suda erimez.
Sebebi vardır.
Yağda erir.
"Gül yağı" derler.
Gülde yağ yoktur.
O da yanlıştır.
Güllü yağdır o...
Bu da tesadüf değildir.
HAKK, sırrın çıkmaması için ismini öyle koydurmuştur insan oğluna...
Gül taktir edilerek gül suyu yapılır.
O da güllü sudur ha!...
Daima yüzüne sür bu gül suyunu unutma...
Bilmediğin hassaları vardır o kadar...
Sun'i kokulan sürünmek hakiki İslam için doğru değildir.
Taklittir.
İnce belirsiz bir hakaret olur hakîkî gül kokusuna...
"Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsirune. : biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz" (Vâkıa 56/85)
Nezaket: Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak. Edeb, terbiye.
Hürmet : Riâyet. İhtiram. * Haysiyet. Şeref. * Haram olma. Haramlık. * Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.
Nebat : (C: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki.
Taharet : Temizlik. Nezafet. Temizlenmek. * Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
ER- REZZÂK : Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (ALLAH)
El HAYY : Varlığı, diriliği her an için olan ALLAH cc.
Takviye : Kuvvetlendirmek. * Kuvvetlendirilmek.
A.i yi
"Kul hüvallahü ehad : De ki: O, Allah birdir." (İhlas 112/1)
Kaaim : Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
Rahmetullahî aleyh : "Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
Elem : Ağrı. Acı. Keder. Sancı. Dert. Gam. Kaygı.
Ecr : (C.: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. * Ahirete aid mükâfat, hayır ceza. * Ücret, mukabil, karşılık. Sevab. * Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
Çorak : Bitkisi iyi olmayan veya hiç bitki vermeyen, verimli olmayan.
Yegâne : Tek, bir.