Su hakkında asırlardır konuştular, yazdılar amma, bir şey söylemediler...
Bazıları konuşmadılar, yazmadılar, amma konuşmadan sessiz bir çok şeyi ifade ettiler... Biz, bu konuşmayanların, suya bakışlarını topladık...
Suyun nasıl yaratıldığı bildirilmemiştir.
Yalnız her şeyin sudan halk edildiği bildirilmektedir.
Suda, ifade edilemeyen bir ahenk vardır.
İfadeye kalkarsanız bu ahengi bozarsınız...
Zira izah edilebilen şey ahenk değildir.
Bir testinin kullanmağa yarayan kısmı onun içinin boşluğudur.
Suyun rengi vardır kadrosuna girmez.
Kokusu vardır burun almaz.
Tadı vardır dil hissetmez.
Bu sözlerde suyun renksiz rengini, kokusuz kokusunu, tadsız tadını bulacaksınız...
Çünki:
"Biz her şeyi sudan halkettik" buyuruluyor.
Burada ALLAH "Biz" diyor "Ben" demiyor.
Suyu da halk eden O...
"Her şeyi halk etmek için suyu katalizör aracı yaptık.
"HAYY" ı oradan geçirerek tahammül hududuna indirdikten sonra her şeyi ölçülü, hacimli, sıkletli, muradımızdaki plân dahilinde yarattık...
Bu sırrı suda gizledik.
Renk vermedik, koku vermedik, tad vermedik.
Amma bunların hepsini içine gizledik!.."
Sudan mülâyim ve her bulunduğu yere intibak edebilen bir şey yoktur.
Bununla beraber sertlik ve kuvvet de ona galebe çalacak bir nesne yoktur.
Bir damla donarsa koskocaman kayayı çatlatır...
Buhar olursa büyük bir gemiyi yürütür.
Dünyada bunu herkes anlayamaz mücibince hareket edemez.
Bu mevzu da binlerce âlim kitablar karaladılar.
Tabiatı kalıba sokmağa çalışmak sanatkârların cinâyetidir.
Adalet ve ef'al-i İlâhiye'ye karışmak da âlimlerin cinâyetidir.
Mademki içimizdedir.
Bir gün O'nun huzurunda yüzümüzü kızartacak bir harekette bulunmamak lâzımdır.
ALLAH, huzurunda utanmamak ve nefret etmeden kendimize bakmak cesaretinde bulunmak için suyu bize yardımcı verdi.
Suda fizikî bir hassa vardır, ayna gibidir, her şey suya ekseder.
Suyu niçin halk etti?
Ve niçin sudan her şeyi halk etti?
Suyun görünmesi için toprağı halk etti.
Madde olarak ilk yaratılan sudur.
Su, durmadan buhar, hava, yağmur, kar, buz ve tekrar derece derece ve hava hâline inkılâb ediyor...
Bunların biz fizikî olaylarını görür ve tetkik ederiz, değişmeyen bir kanun hâlinde müşahede ederiz.
Hakiki niçin böyledir?
Açıklanması yasaktır...
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak. İfade : Anlatmak. Söylemek. * Fayda vermek, fayda tutmak.
Sıklet : Ağırlık. Mânevi sıkıntı.
Murad : İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Mülâyim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu.
İntıbak : (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
Galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
Nesne : şey, herhangi bir şey.
Mücib : İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden. * İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah C.C.). (Bak: Dua)
Mevzu : Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş. Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.
Cinâyet : Adam öldürmek, katl. (Bak: Cani)
Ef'al : Fiiller, işler, ameller.
Ef'al-i İlâhiye : İlâhi Fiiller, işler, ameller.
Madem : "Değil mi ki..., -diği için,... -diğine göre" anlamlarında sebep göstermek için, başına getirildiği cümleyi daha sonraki cümleye bağlar.
İnkılâb : Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma. * Altüst olma. Müşahede : Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.
Mertebe : Derece. Basamak. Rütbe. Pâye.
Tenezzül : İnme, daha basit hâle gelme.